Friday, May 24, 2013

Kimse gitmezse kim savaşacak?

ZEYNEP MİRAÇ
MİLLİYET / 20 Mayıs 2013

Bugün Dünya Vicdani Ret Haftası’nın son günü. Türkiye’de ilk kez Vicdani Ret Derneği de geçen hafta içinde kuruldu. Onlar, zorunlu askerliği reddeden, militarizmi sorgulayan ve bu uğurda bedel ödeyenler.
Arada sırada gazetede yargılama haberlerini okuduğumuz, sayfayı çevirip kendi gündemimize daldığımız ama “Savaş mı? Tabii ki karşıyım” derken pek de hatırlamadıklarımız.
Gazeteci Pınar Öğünç teybini 14 vicdani retçiye uzatıp yaşadıklarını, fikirlerini, dünya görüşlerini onlardan dinledi.
Pınar Öğünç’ün Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan kitabının adı vicdani reddin hayattaki karşılığı: “Asker Doğmayanlar”.


-Neden asker doğmadılar?
“Asker Doğmayanlar”a “Bu kitap bir ihtiyaçtan doğdu” diye başlıyorsunuz. Size bu kitabı yazdıran nasıl bir ihtiyaçtı?

Türkiye’nin şimdiye kadar tavrı vicdani retçileri görmezden gelmek oldu. Çürük raporu verip bir kenara ayırarak, olabildiğince görünmez kılarak... Vicdani retçilerin isimlerini tutuklandıklarında, yargılandıklarında ya da AİHM’de dava kazandıklarında duyabildik. Ama şu eksik kaldı: Neden bu kararı verdiler? Neden bütün hayatlarını etkileyecek böyle bir yola girdiler? Ki dışarıdan bunun bütün hayatlarını etkileyecek bir yol olduğu da bilinmiyor.
-Çoğunlukla kolaya kaçmak, askerlik yapmaktan imtina etmek gibi algılanıyor.
Sadece zorunlu askerliğe karşı bir sözleri var gibi algılandığından tembellik olarak alınıyor. Oysa vicdani retçilerin beyanlarında da dile getirdiği asıl meramları, militarizm ve onun hayatımıza sinmiş uzantıları. Bunun kurumsallaşmış mekanlarından biri zorunlu askerlik. Bu insanlar kimine göre vatan haini, kimine göre çok naif, kimine göre de korkaklar. Onları gerçekten anlayabilmek için birinci tekil şahıs hikayelerini dinlemek gerekliydi.
- “Savaş karşıtı mısın?” diye sorduğunda “Evet” diyeceklerle “Vicdani retçi misin?” sorusuna “Evet” diyecekler arasında sayısal olarak çok ciddi bir fark var. Vicdani reddini ilan edenler “Savaş karşıtıyım” diyenlerden daha mı cesur, daha mı politize, daha mı samimi?
Şöyle bir cesaretten söz edebiliriz. Onlar söylemleriyle hayatlarını birleştirmeyi, neye inanıyorlarsa öyle yaşamayı tercih etmişler. Savaş karşıtı oluşlarını, militarizmle, devletle, otoriteyle her tür ilişkilerine yansıtan insanlar vicdani retçiler.

Kimliksiz yaşıyorlar

- Vedat Zencir’in şu cümlesinin altını çizdim: “50 yaşındayım ve hayatım hala ipotekli”.

Çünkü davalar bitebiliyor, ama her an bir hukuki dayatmayla tekrar karşılaşma ihtimali hissettiriliyor size. Bazıları kimliksiz yaşıyor. Kimliksiz yaşamanın ne kadar ağır olduğunu insanlar dışarıdan fark etmiyor.
- Sivil ölüm bu mu?
Bu. Yoksunluğun ve yoksulluğun uç noktasına gelen vicdani retçiler de var. Çok fazla koldan seni ezmeye, görünmez kılmaya çalışan bir ağ içinde direnmek yorucu bir iş. Herkesin takati aynı olmuyor. Fakat hiç böyle yaşamayanlar, hiç tutuklanmayanlar da var. Sadece “Ah ne kadar mağdur ediliyorlar” penceresinden bakmak işe yarar bir bakış açısı değil. Devletin onları güçsüz bırakışı değil, bizatihi devletin gücü meselemiz olmalı.
- Tersinden sorarsak, savaş karşıtı olup vicdani reddini ilan etmemek bir samimiyet sorunu mu?
Bunu söylemek fazla iddialı olur. Özellikle bu insanları dinledikten sonra, savaş karşıtıysan vicdani reddini ilan etmen gerekir talebinde bulunmayı kendi açımdan küstahlık sayarım. Ben de vicdani reddini beyan etmiş biri değilim. Bir ihtimal kitapla birlikte bunu yapabilirdim. Ama bu biraz rol çalmak olurdu, istemedim.

Şiddetin ortasında kalmak

-Halil Savda diyor ki; “Çocukken şiddete yakın bir özelliğim yoktu”. Askere gitmemeyi düşünmemiş, vicdani reddi aklından geçirmemiş birinin böyle bir yakınlığı olduğunu mu düşünmeliyiz?

Öyle bir paralellik kurulamaz. Halil’in çok şiddet dolu bir ortamda büyüdüğünü unutmamamız gerekiyor. Cizre’de bir karakolun dibinde büyümüş bir Kürt çocuğu. Sabahları “Her Türk asker doğar” eşliğinde talim yapan askerlerin seslerini duyuyor. O şiddetin ortasında şiddetsiz bir çocuk kalabilmeyi anlatıyor daha çok.

“Hayır” demekle olmaz

-Vicdani reddin bir parçası olduğunu konuşsak da, Türkiye’de savaş karşıtı bir hareketin varlığından söz edebilir miyiz?

Topyekûn savaşa karşı bir hareketten söz edemeyiz. Savaşına göre pozisyon alanlar, o savaştan getirileri hesaplayıp duruş belirleyenler var maalesef. X çatışma halinde “hayır” demek bir insanı savaş karşıtı yapmıyor.

‘Darbe planlayan askerler başka gezegenden mi geldi?’

- Vicdani ret militarizmle bağları koparmayı hedefliyor. Yazdığınız önsözde Balyoz ve Ergenekon davalarında militarizmi sorgulamadığımızı yazıyorsunuz. Bu sorgulamanın parçaları neler olabilirdi? Neler, niye eksik kaldı sizce?

Bazen askerler bu ülkeden çıkmamış, başka bir gezegenden gelmiş gibi davranıyoruz. Eğer o davalarla askeri vesayet sorgulanıyorsa, demokrasinin askerler tarafından sekteye uğratılma ihtimalini konuşuyorsak, hem tarihsel hem kültürel hem toplumsal hem de hukuki açıdan askerlerin kendinde bu cüreti nasıl bulabildiğini sorgulamamız gerekiyor öncelikle. Eğitim sistemimizden tarihi anlatımıza, gündelik dilimize kadar tüm unsurlarıyla bunu deşifre etmezsek gerçek bir sivilleşmeden söz etmek mümkün olmaz. Sadece bazı askerlerin vesayetinden sıyrılmış olabiliriz. Davalar bu sorgulamaya yol açamadığı gibi, yargı sürecindeki hukuksuzluklar mağdurların doğmasına neden oldu. Tam da militarizmi sorgulamasını beklediklerimiz, politik bir kamplaşmayla bilakis daha da sarıldılar.
- Bu sorgulamanın ihmal edildiğini mi düşünüyorsunuz yoksa askeri vesayete karşı çıkanların da farkında olarak ya da olmaksınız militarizmi sindirdiklerini mi?
Sindirdiklerini, normalleştirdiklerini... Şu an gündem daha mı az militarist? Suriye meselesinin ortasındayız. Güvenlik harcamalarımıza bakalım. Onlar azalmış yahut eskiye göre daha şeffaf değil. Atılan kimi sivilleşme adımlarına rağmen ordunun konumuna ve işlevine dair revizyondan söz etmiyoruz. Sanki sadece bazı askerlerle sorunumuz varmış gibi.
- BDP Anayasa Komisyonu’nda vicdani ret hakkını önerdi. Ak Parti, CHP ve MHP reddettiler. Mehmet Tarhan kitapta Türkiye’de muhalefetin şiddetle ilişkisi olduğunu söylüyor. Ak Parti’nin devlet temsiliyetini bir kenarda tutarsak, CHP ve MHP’nin itirazlarını Mehmet Tarhan’ın bu tespitiyle değerlendirebilir miyiz?
MHP’nin tavrı anlaşılır. Ama birçok meselede kerteriz noktasını kaçırmış durumda olduğumdan, CHP’nin nasıl bir saikle reddettiğini inanın anlamıyorum. Stratejik bir şekilde, ulusalcı kanadın oylarını korumak için alınmış bir tedbir olabilir.

Dile AİHM’nin etkisi

- Ak Parti’nin son dönemde vicdani retle ilgili devletin tavrını değilse de dilini değiştirme girişimleri oldu. Bunları demokratikleşme yolunda bir çabaya mı yormalıyız, yoksa AİHM’de açılmış davaların tamamının Türkiye aleyhinde sonuçlanmasıyla mı?

Konuyu gündeme getirirken Sadullah Ergin, bu davaların ne kadar tazminata mal olduğu hesabını yapmıştı önce. Lafa böyle girdi. Uluslararası tazyikin de etkisi var. Avrupa Konseyi Osman Murat Ülke kararından beri Türkiye’yi uyarıyor ve zaman tanıyor. 2011’in sonunda dolan bir süre vardı. Türkiye yıllardır oyalar durumda. Dışarısını oyalarken de içeriyi fazla kızdırmayacak bir çözüm üretmek zorunda. Gerçekten bir demokratikleşme arzusuyla mı yapılıyor, emin değilim.


Gazeteci Öğünç “Erkeklik algısının doğrudan kaynaklarından biri militarizm” diyor.

Vicdani ret, sol gündemin ilk maddelerinden değil

- Kürt vicdani hareketinin içinde “Askere de gitmeyin, gerillaya da” diyen Vedat Zencir de var, “Ama gerilla dayatmıyor, derdim bu devletledir” diyen Kemal Acar da var. Bu hareketin kendi içinde çatışıyor mu?

Konuşurken vicdani ret hareketi diye kolektif bir kimlik vermeye çalışıyorsak da, aslında çok şahsi bir politik beyan vicdani ret. Bir siyasi parti, tek amaçta birleşmiş STK ya da bir ideolojinin firesiz buluşturduğu bir grup insan değiller. Bu konuda da yekpare bir görüş yok. Silahın, şiddetin ve hiyerarşinin girdiği her tür örgütlenmenin militarizmini sorgulayan da var; var oluşlarındaki farkla orduyla PKK’yi eşitlemeyen bir yaklaşımla lafa başlayan da.
- Kimi vicdani retçilerin solun bu hakkı sahiplenmediğine dair eleştiriler de geliyor. Siz bu eleştiriye katılıyor musunuz?
Silahın girdiği, silah olmasa bile hiyerarşinin katı işlediği örgütlenmelerde, otoritenin zehirli tezahürlerinden kaçınmak mümkün değil. Türkiye solunun geçmişte de böyle yapılanmaları oldu. Sol hareket içinden vicdani retçi olanlar var ama genel anlamda vicdani reddin solun gündeminin ilk maddelerinde yer aldığını söyleyemeyiz herhalde.

Kürtler için tali mesele

- Kitabın ilk sayfalarında cevabı hayli zor bir soru var. “Savaşmak için, devamlılığından şüphe duyulmayacak bu insan kaynağı, zorunlu askerlik sistemi olmasaydı, Türkiye Kürtlerle barışmaya yeltenmek için bu kadar geç kalır mıydı?” Aynı soruyu size yöneltmiş olayım.
Şunu unutmamamız gerekiyor. Kolay harcanabilecek bir insan kaynağınız olduğunda stratejinizi ona göre belirlersiniz. Askere giden ve ölüsü dönen genç insanları aileler “Vatan sağ olsun” diye karşıladıkça, devamlılığından emin olunan bu kaynak orada durdukça, Türkiye’nin güvenlikçi politikasını zorlayacak bir neden olmadı. Savaş karşıtı hareketin en temel cümlesidir: Kimse gitmezse kim savaşır?
- Bu naif bir yaklaşım değil mi?
Öyle gelebilir. Ama güçlü bir vicdani ret hareketi çıkabilseydi, farklı olabileceğine inanıyorum. Kürt Vicdani Ret Hareketi’ni başlatanlardan Kemal Acar anlatıyor kitapta, Kürtlerden de çok güçlü bir vicdani ret hareketi çıkamadı. Çünkü o yıllar boyunca çoğu Kürt için savaşa dair atılacak adım dağa çıkmak oldu. Askerliği reddetmek daha tali bir mesele olarak kaldı.

Vatan korunması gereken ‘kadın’ gibi

-Vicdani reddini açıklayanlar arasında kadınlar da var ve sıklıkla “Size ne oluyor” tepkisiyle karşılaşıyorlar. Merve Arkun’un cevabı çarpıcı: “İnsanlar sokakta karşılaşacakları tacizle militarizm arasındaki ilişkinin farkında değil”. Nedir o ilişki?

Ordu çok eril bir yapılanma ve birinci görevi vatanı korumak. Bu söylemde vatan korunması gereken bir kadın gibi biraz. Farkında olmuyoruz ama evler de bu algının içinde vatanlaşıyor. Erkek yuvayı, o kadını, o minik vatanı korumak algısıyla büyütülmüş ve toplumsal cinsiyetini edinmiş oluyor. Kadın cinayetleriyle ilgili istatistiklere baktığımızda kadınların en çok boşanmak, ayrılmak istediklerinde, yani o evin, minik vatanın bütünlüğünü bozmayı tercih ettiklerinde erkekler tarafından öldürüldüklerini görüyoruz. Erkeklik algısının doğrudan kaynaklarından biri militarizm.

Şehit babası olan bir vicdani retçi

- Kitabın askerliğini tamamlamış tek vicdani retçisi, oğlunun askerde intihar ettiği söylenen Hayri Kamalak. Asker intiharları, vicdani reddin algılanışında nasıl bir rol oynuyor?

Son birkaç yıldır şaibeli asker ölümlerini, intihar vakalarını ve kışlalardaki kötü muameleleri biraz daha rahat konuşabiliyor olmamız önemli. Hayri Kamalak vicdani retçilerle kesişim kümesinde duran bir insan. Adanalı, Alevi bir aile. Davul zurnayla, en klasik asker uğurlamasıyla oğlu Volkan’ı askere yolluyor ve intihar olması biraz güç bir senaryoyla kaybediyor. Bundan sonra başka bir sorgulamaya girişiyor. Geçen yıl Vatan Şehitleri Derneği, bu içerikte bir dernek ilk kez şaibeli asker ölümleriyle ilgili açıklama yaptı. Bu çok önemli bir çıkıştı. O kesişimi sağlayanlardan biri de Hayri Kamalak’tır.

Milliyet sayfası için...

No comments:

Post a Comment