Tuesday, May 28, 2013

‘Vicdani redde karşı olanlar önce retçileri dinlesin, sonra konuşalım’

ONUR EREM onurerem@birgun.net
BİRGÜN / 26 Mayıs 2013

Kimi anaşist, kimi Müslüman, kimi de kışlada şüpheli bir şekilde ölen bir askerin babası... Gazeteci Pınar Öğünç’ün çok farklı geçmişlere sahip, ayrı yollardan gelip vicdani rette buluşan 15 kişinin hikayesini aktardığı Asker Doğmayanlar kitabı geçen hafta yayınlandı. Öğünç ile kitabın hazırlanışı, Türkiye’deki militarizm ve toplumun vicdani ret algısı üzerine konuştuk:

>> Kitabın giriş yazısında “Yaşanan hukuksuzluklar nedeniyle Balyoz ve Ergenekon davaları gerçek bir militarizm tartışması yürütülemedi” diyorsunuz. Eğer bu hukuksuzluklar yaşanmasaydı militarizm tartışması yürütülebilir miydi sizce?

İhtimali vardı. Düzgün yürütülen bir soruşturma ve yargılama süreci yaşansaydı mümkün olabilirdi. Türkiye o fırsatı kaçırdı. Acıklı olan bir başka şey de hukuksuzluklardan konuşulurken içindeki militarizm uyanan insanlar olmasıydı.

>> Bu fırsat bir daha gelir mi?

Şu anda içinde “militarizm” hiç geçmeyen bir kamplaşma oluşmuş durumda. Bilmiyorum o aşamaya tekrar gelebilir miyiz. Toplumlar kendini sürekli yeniler, göreceğiz.

>> Vicdani ret kavramıyla ilk olarak ne zaman tanıştınız?

Birçok vicdani retçi kendi hikayesi içinde ilk önce böyle bir karar verdiğini, sonradan adını koyduğunu anlatıyor. Bu çok ilginç aslında. Çok daha sonra ‘bunun bir adı varmış’ diyenler var. Bunu fark etmelerine yol açan da genellikle o kibrit kutusu kadar, küçücük gazete haberleri. Konuştuğum o kadar fazla insan Osman Murat Ülke’nin davasını andı ki. Sanırım benim de duyduğum ilk retçi oydu. İlgimi çeken bir politik beyandı. Zaman içinde fikrin altını dolduruyor insan. Ama bu kitabı hazırlarken de çok şey öğrendim. Yalnızca anti-militarizme değil, hayata dair de... Zaten vicdani reddin güzel olan yanı, felsefi bir çağrısının da olması. Bu beyanla hayatınızı bir tutmayı, devlet ve bireylerle ilişkinizi ona göre kurmayı öneren bir politik duruş.

>> Militarizme dair düşünceleriniz neler? Sizi bu kitabı hazırlamaya yönelten şey neydi?

Her şeyden önce bir yurttaş olarak militarizmle ilgili meselem var. Kendi jargonundan konuşarak söyleyeyim, militarizmin bir sürü cephesi ilgimi çekiyor. En görünür anlamıyla askeri okullardaki hak ihlalleri de, subayların daha yeni 10 yıla düşen mecburi hizmet süresi de, bütün o kapalı kutunun içinde dışarı çıkamayan her türlü hak ihlali de, vicdani ret de, savunma harcamaları da, OYAK diye bir kurumun olması ve salça üretmesi de... Dünyanın en saçma şeyi değil mi? Salçayla birlikte memleketin çimentosunun bir kısmını da orduya bağlı bir kurum üretiyor. Bir de hiç kendini gösteremyen militarizm var. Bu mekanizmanın gücü karşısında vicdani ret tek başına dikildiğin büyük bir hareket gibi geliyor bana: Çok samimi, politik, dönüştürücü.

Bu kitap için konuştuğum bazı vicdani retçileri tanıyordum daha önce bu konuda yazdığım için ama böyle uzun uzun söyleşmek başka bir şey oldu. Derdim hem meramlarını kendi cümleleriyle anlatabilmeleri, hem de bizim doğrudan militarizmle ilişkili görmediğimiz hayat alanlarını serebilmeye çalışmaktı. Mesela 15 yaşında vicdani reddini açıklayan ve muhtemelen dünyanın en genç vicdani retçisi İlyada Erkuş’un vicdani reddini açıklamadan önce liselerdeki ilk kantin boykotunu düzenleyen ekipte olması tesadüf değil. Oralardan geçtiği için Ceylan Önkol’u anarak ret beyanında bulunuyor. Ya da mesela davalar nedeniyle en çok ismini duyduğumuz retçilerden Mehmet Tarhan’ın okuldan mezun olmuş genç bir veteriner olarak doğuya mecburi hizmet için gönderilmiş olması ve 90’ların başında Diyarbakır’da Lice yakılırken bulunmuş olması... Bütün o 90’lar karanlığının içinde genç bir insan olarak var olmasının da sonradan gireceği yola etkisi var.

>> Konuşacağınız vicdani retçileri neye göre seçtiniz? Farklı akımlardan gelen retçilere yer vermeye mi önem verdiniz yoksa en dikkat çekici hikayelere mi odaklanmak istediniz?

Vicdani ret çok kişisel bir beyan. Herkes altını farklı şekillerde doldurarak o noktaya gelebilir. Ben de mümkün olduğunca o farklı motivasyonları gösterebilecek isimler olmasını diledim, ki vicdani redde çok uzak veya önyargılı biri okuduğunda aslında ne kadar renkli bir politik dünya ve söz alemi olduğunu fark edebilsin. Girişte de yazdım, bu kitap görüşemediğim her vicdani retçi kadar eksiktir. Herkesin hikâyesi farklı çünkü.

>> Gelecekte bu kitabı yeni vicdani retçilerle genişletmeyi düşünüyor musunuz? Gelecekte başka çalışmalarınız olacak mı vicdani retle ilgili?

Genişletmek açıkçası üzerinde düşündüğüm bir fikir değil. Bu mesele üzerinde yazmaya devam edeceğim çünkü önümüzde çok şey var: Vicdani retle ilgili yasal düzenleme, kamu hizmetinin neye benzeyeceği, total retçilere ne olacağı. Vicdani ret hakkının olduğu çoğu Avrupa ülkesinde temel tartışma bunun üzerinden yürüyor. Total retçiler sivil hizmetin de militarizme hizmet ettiğini düşünüyor. Bunlarla birlikte profesyonel orduyu da tartışacağız.

>> Vicdani ret kavramıyla tanışmamış insanlara Asker Doğmayanlar’ı nasıl anlatmak istersiniz?

Hep sıkıştırılmak istenen algı vicdani retçilerin zorunlu askerlikten kaçtığı şeklinde. Bu insanlar ‘Off askerlik çok ağır’ diyerek ya da tembelliklerinden bu kararı vermiyor. Hayatın birçok alanına giren militarizme dair sözleri var. Bu kitap onu anlatabilsin isterim. Şimdi başka bir evreyi konuşuyor olabiliriz ama bu ülkede yıllarca zorunlu askerlik demek savaş ve çatışma demek oldu. Bütün torpillerin ‘doğu çıkmaması’ için kullanıldığı bir dönemdi. O sıcak dönemde doğrudan bu savaşa dair tavır almış retçileri tanımaya vesile olsun isterim. En önemlisi vicdani retçileri kendi cümleleriyle dinlemelerini isterim. Bu söyleşiyi de okumayı bıraksınlar, vicdani retçileri dinlesinler. O kadar itiraz edilemeyecek insani ve hakiki noktalardan anlatıyorlar ki... Ondan sonra konuşmaya başlayalım.

***

>> Vicdani ret konusunda hem köşenizde hem de bu kitapta yazdıklarınızla halkı askerlikten soğuttuğunuzu düşünüyor musunuz? Halkı askerlikten soğutmak, askere gidecek insanların fikrini değiştirmek istiyor musunuz?

318. maddedeki soğutma fiili artık kalktı aslında ama içerik aynı. İnsan olarak da, gazeteci olarak da bir fikri dikte etmeyi tuhaf bulurum. Bu yasa maddesi en başta böyle bir önkabul üzerine kurulmuş. Bu minvalde laf edenin düşünce ve ifade hürriyetini ihlal ettiği gibi, karşı tarafınınkini de yok sayıyor, zekasını, algısını, muhakeme yeteneğini küçümsüyor. Kendi başına karar veremez gibi. Ben bu kitap vesilesiyle, gerçek insanlar üzerinden militarizmi, vicdani reddi anlatmaya çalışıyorum. Okuyanların fikirlerini değiştirebilmesi, bazı şeyleri bir kez daha düşünmesi elbette ki gönlümden geçendir.

>> Asker Doğmayanlar kitabı nedeniyle size dava açılabileceğini, ceza alabileceğinizi düşünüyor musunuz?

Türk Ceza Kanunu’nun 318. maddesi düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde öyle bir ayıp ki. Bir yandan da keyfiyetle işletilen bir madde. İsterlerse açabileceklerini, istemezlerse açmayacaklarını biliyorum ama bu düşünülerek iş yapılmaz. Önemli olan militarizmle birlikte, onun muhafızı gibi yasalara sokulmuş olan 318. maddeyi de tartışmaya açabilmek.

>> Kendinizi vicdani retçi olarak tanımlıyor musunuz?

Ben vicdani retçi değilim, bu hakkı savunmak için vicdani retçi olmaya da gerek yok zaten. Vicdani reddimi açıklayabilirdim de, ama bunun kitapla ilgisi yok.

***

>> Daha önce vicdani ret konusunda yazılmış kitaplar olmuştu. Sizin kitabınız önceki çalışmalardan nasıl farklılaşıyor?
Daha önceki kitaplar daha akademik çerçevede, kuramsal bir bakış açısıyla ya da tarihsel dökümüyle ele alıyordu vicdani reddi. Retçilerin kendini anlatabildiği gazete, dergi söyleşileri, belgeseller de var. Sonuçta dünyanın en acayip işini yapmış değilim ama bu retçilerin söz aralıklarını daha geniş tutabildikleri bir iş oldu. Bir de ismi daha önce hiç duyulmamış vicdani retçilere de yer veriyor bu kitap. Bazı retçiler davaları nedeniyle, haklı bir şekilde daha çok yer almıştı medyada. Bu isimler dışında, yargısal cendereye hiç girmemiş ama sosyal olarak bunun sonuçlarını yaşayan yüzlerce vicdani retçi var bu ülkede. Bu yüzden sadece sivrilen isimlerden oluşan bir kitap olmamasına gayret ettim.

***

>> Yıllardır medyada yer alan biri olarak vicdani ret konusundaki tartışma atmosferinin zaman içinde nasıl değiştiğini düşünüyorsunuz? Bugün geldiğimiz nokta bir ilerleme sayılabilir mi?
Toplumların evirilişine baktığınızda 4-5 yıl çok küçük zaman dilimleri gibi gelebilir ama sadece bu zaman dilimlerinde bile retçilere atfedilen o ‘marjinal’ sıfatının gittikçe zayıfladığını gelen okur tepkilerinden de görüyorum. Bu fikre karşı olanların çok temel yaklaşımlardan biri ‘kimse askere gitmezse kim şehit olacak?’. Bu o kadar temel bir soru ki, bunu vicdani redde karşı olan birinin sorması ve tartışmaya buradan başlamamız çok güzel aslında. Ya da vicdani retle ilgili bir TV programında sanırım emekli bir asker söylemişti ‘Böyle bir hak olursa kimse gitmez ki askere’ diye. E, bunu düşünelim o zaman, çok doğru söylüyor. Algıda bir değişiklik olduğunu yazdıklarıma gelen tepkilerde de açıkça görüyorum. Onun dışında son dönemde kışlalardaki ölümlerin, keyfi muamelelerin, asker intiharlarının gündemleşmesi de önemli bir faktör oldu. Kitapta da var, oğlunu bu şekilde kaybeden bir baba da vicdani reddini açıklayabiliyor. Hayri Kamalak çok önemli bir iş yaptı. O konuşurken, bize susmak düşer. Çünkü oğlunu davullu zurnalı yollamış bir insan. Gerçekten hepimiz susalım ve onu dinleyelim.

***

>> Vicdani ret mücadelesine destek vermek isteyenlere ne gibi tavsiyeleriniz olur?
Bu yıl 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde kurulan Vicdani Ret Derneği’ne üye olmalarını tavsiye ederim. Dernek vicdani ret mücadelesi için çok önemli. Desteklemek için vicdani retçi olmaya da gerek yok.

Birgün sayfası için...

Bu kitap görüşemediğim her vicdani retçi kadar eksiktir

ALİ DENİZ USLU
CUMHURİYET DERGİ / 26 Mayıs 2013

Pınar Öğünç “Asker Doğmayanlar” kitabında 14 vicdani retçinin hikâyesini konu ediyor. Ögünç’e göre buluşulan ortak payda aynı olsa da çok farklı yollardan geçerek vicdani retçi oluyor insanlar. Kimi bizzat askerliği tecrübe ederek, kimi politik, kimi ahlaki, kimi dini gerekçelerle...

Pınar Öğünç’ün Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan kitabının ismi “Asker Doğmayanlar”. “Vicdani ret” çok menem bir konu. Çünkü vicdani retçiler zorunlu askerliği reddeden, militarizmi sorgulayan ve bu uğurda çok ağır bedel ödeyenler. Bu arada bir de hatırlatma Türkiye’de ilk kez Vicdani Ret Derneği geçen hafta kuruldu. Öğünç de vicdani retçilerin zorlu hikâyelerini bir araya getirdiğini anlatıyor ve ekliyor; “vicdani retçiler hayata dair bir çağrıda bulunuyorlar. Sözleri de, hâlâ sağ olup da bir gün bu biçimde ölebilecekler için!”

- Kitapta 14 isim var, isimleri nasıl belirlediniz?

- Buluşulan bir nokta olsa da, çok farklı yollardan geçerek vicdani retçi oluyor insanlar. Kimi bizzat askerliği tecrübe ederek, kimi politik, kimi ahlaki, kimi dini gerekçelerle... Herkesle uzun uzadıya görüşmek istiyordum, bunun da bir kitap hacmine göre sınırı var. Bu farklı yolları olabildiğince yansıtabilecek isimlerle görüşmeye gayret ettim. Herkes ayrı bir ucundan anlatıyor. Girişe de yazdım, bu kitap görüşemediğim her vicdani retçi kadar eksiktir.

- Sizi en çok etkileyen hikâye neydi?


- Birini diğerinden ayıramam. Hepsinden ayrı bir şey öğrendim. İlla vicdani retle, militarizmle doğrudan alakalı şeyler değil. Hayata dair gösterdikleriyle ilham vericiydiler.

- Zorlandığınız anlar oldu mu?


- Örneğin İnan Suver’in şimdiye kadar kaç kez cezaevine girdiğini, nerede, ne kadar kaldığını hatırlayamaması söyleşi sırasında beni zorlasa da, meselenin kendisini çok iyi anlatıyor aslında. Güncel bir konu olduğundan sürekli yeni gelişmelerin olması, davası sürenlerin, yeni dava açılanların son durumlarının güncellemesini yapmak bir tür zorluk olabilir belki...

- Görüşmeyi kabul etmeyenler de oldu mu?

- Vicdani ret tarihi açısından önemli olduğundan görüşmeyi ayrıca dilediğim ama tekrar o dönemlere dönmek, her şeyi tekrar anlatmak istemeyen bir-iki retçi oldu. Haklılar, buna da hiçbir şey denemez.

- Korktuğu, baskıdan çekindiği için “vicdani ret”i dile getiremeyenlerin sayısının yüksek olduğunu düşünüyorum. Siz çalışmanız boyunca nasıl bir harita çıkardınız?

- İnsanlar baskıdan çekinmekte haksız değiller. Fakat şu da var, imza attığı uluslararası anlaşmalar yüzünden er ya da geç Türkiye’nin düzenlemek zorunda kalacağı bir hak bu. Hatta 82 Anayasası’na göre de tanımlı bir hak. Farkında bile değiliz. 72. madde askerlik hizmeti için “Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir” diyor. Mesele bunun şimdiye kadar düzenlenmemiş olmasında, bu hakkı görmezden gelen Askerlik Kanunu’nda. Daha bir de düşünce ve kanaat hürriyetini düzenleyen 25.-26. maddeler var. Yani o kadar doğal bir hak talebi ki bu, marjinal bir çabaymış gösteriliyorsa, bu ‘doğallığının’ fark edilmesinin istenmemesindendir. Ve evet haklısınız, belki insanlar sesli olarak başka bir şey demek zorunda bırakılıyor ama içlerindeki ses başka bir şey söylüyor. Hayata dair bir çağrıda bulunuyorlar. Sözleri, hâlâ sağ olup da bir gün bu biçimde ölebilecekler için. Bu yüzden sorgulayalım diyorlar. Bunu kim yabana atabilir?

- Hikâyeler arasında Hayri Kamalak’ın yaşadıkları daha farklı. Zira oğlunu şaibeli bir şekilde kaybetmiş.


- Evet, 2009’da oğlu Volkan’ın birliğinde atış talimi sırasında intihar ettiği söylenmiş. Ama birçok detay Volkan’ın ailesini ikna etmiyor. Babasının anlattığına göre çok isteyerek askere giden ve hayatla bağı çok kuvvetli bir çocukmuş Volkan. Davayı AİHM’ye de taşıdılar. Bütün hayatlarını değiştiren bu olaydan sonra Hayri Bey vicdani redden haberdar olarak reddini açıklamış. Artık bütün çabası hem Volkan’ın anısını yaşatmak, hem kışlalardaki bu şaibeli ölümlere dikkat çekmek. Benzer biçimde mağdur olmuş aileleri bir araya getirmek için uğraşıyor. Vicdani reddiyle de askerlik kurumuna dair bir mesajı var. Çok önemli bir iş yapıyor.

- İntiharların “şehitlerden” fazla olduğu açıklanmıştı. Bu da medyanın görmezden geldiği bir gerçek.

- Kışla içindeki ölümlerde bana en tuhaf gelen şey, sonrasında “Başka bir şey değil, intihar...” gibi açıklamalar yapılması. Tamam bazılarının gerçekten intihar olduğunu da biliyoruz. Ama bu genç insanlar ölümü tercih edecek neler yaşıyor orada, yine çok sorgulamıyoruz. “İntiharsa, tamam o zaman...” mı denmesi gerekiyor? Bu normal mi? Zorunlu askerlerin dışında, birçok rütbelinin de intiharı seçecek noktaya geldiğini biliyoruz rakamlardan. Asker intiharları militarizmin cinayetleridir sonuçta.

- Tepkiler gelecektir, tepkileri nasıl yorumluyorsunuz, memleketin hali ortada?

- Bu soruya, sizin sorunuzdan bir parçayla cevap vereyim. Evet, memleketin hali ortada. Tüm bunların üzerine, ancak doğruyu ölümden, savaştan yana görenlerin tepkisi olur.

- Vicdani ret hareketinin geleceği üzerine neler düşünüyorsunuz?

- Vicdani retle ilgili bir yasal düzenleme yapılması bu mücadelenin sonu değil. Ondan sonra yerine önerilen sivil hizmetin neye benzeyeceğini tartışacağız. Ne kadar süreyle, ne kadar cezalandırıcı olacak. Vicdani reddin bir hak olarak tanındığı ülkelerde tartışma total ret üzerine kurulu. Total retçiler, militarizme hizmet olarak gördüklerinden zorunlu askerlik yerine önerilecek sivil hizmeti de reddediyor. Türkiye’deki vicdani retçilerin bir kısmı total retçi. Fakat daha bunu konuşmaya sıra gelemedi. Vicdani Ret Derneği’nin bu yıl 15 Mayıs’ta kurulmuş olması önemli. Gelecekte hem retçilere destek, hem de bu tür tartışmaları merkezileştirmek açısından mühim bir rolü olacak.

- Kitapta bir de lüzumlu bilgiler bölümü var. Okuyucunun buna ihtiyacı olduğunu düşündünüz değil mi?


- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden anayasaya, konuşurken geçen yasa maddelerinden oluşuyor daha çok o bölüm. Haklarımızı bilelim diye...

Cumhuriyet Dergi sayfası için..

Friday, May 24, 2013

'Militarizm düzenli biçimde sulanan bir bitki'

İPAK İZCİ
RADİKAL / 22 Mayıs 2013

Önce isimlerini tek tek sayalım: Tayfun Gönül, Vedat Zencir, Yuri, Mehmet Tarhan, İnci Ağlagül, Halil Savda, Ferda Ülker, Enver Aydemir, İnan Mayıs Aru, İnan Süver, Muhammed Serdar Delice, İlyada Erkuş, Hayri Kamalak, Kemal Acar ve Merve Arkun. Bu 14 isim, neden vicdani retçi olduklarını; ret sokağına nasıl girdikleri üzerinden anlatırken; konunun kıyıda köşede kalmış noktalarını da paylaşıyor, ‘Asker Doğmayanlar’da… Gazetemiz yazarı arkadaşımız Pınar Öğünç’ün geçen yıl nisan-ağustos arası yaptığı röportajlardan oluşan ‘Asker Doğmayanlar’ kitabı, geçen hafta, Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Pınar, kitabına bu ismi vermesini, “Militarizmin mitolojisi her Türk’ün asker doğduğu üzerine kurulu” diyerek açıklıyor, “Asker Doğmayanlar sadece vicdani retçileri işaret etmiyor aslında, biziz o. Hiçbirimiz asker olarak doğmadık. Retçiler de varlıklarıyla bunu hatırlatıyor.”

Pınar için yayına hazırlandığı süreç ise her şeyden önce aydınlatıcı ve hayata dair ilham verici olmuş. Kafasından gitmeyen sahneler olduğunu ve bunları bir roman, bir film gibi hatırladığını söylüyor. Misal; Enver Aydemir’in askere gitmemek için kendi bacağını vurmaya karar verişi ama önce son bir tatil için Kuşadası’na gidişi... Çocukluğu babası nedeniyle asker lojmanlarında geçen Ferda Ülker’in seneler sonra oraya, askeri cezaevinde bir vicdani retçiyi, Osman Murat Ülke’yi ziyarete gidişi... İnan Suver’in bir gün cezaevi çatısına kaçıp sigara içerek etrafa, gökyüzüne baktığı anı anlatışı... İlyada Erkuş’un 15 yaşında vicdani reddini açıklarken “Ceylan Önkol benim yaşımdaydı, arkadaşım olabilirdi” diye söze başlayışı... Pınar Öğünç, ‘Asker Doğmayanlar’ı anlatıyor…

14 vicdani retçiyle röportajlarının yer aldığı bir kitap yayımladın. Sen vicdani retçi misin?

Hayır, değilim. Bu hakkı savunmak için illa vicdani retçi olmak da gerekmiyor.

Peki vicdani reddin senin için ilgi çekici yönü nedir? Ailende asker var mı mesela?

Hayır, yok. İlk hatıraları televizyonda birtakım üniformalılar görmek olan, 80’lerin sonuna doğru ilkokula başlamış, herkes gibi o ‘milli’li müfredattan geçmiş bir insanım. Beden eğitimi denilen sözde en eğlenceli derste neden sağ-sol uygun adım yürütüldüğümüzü, ‘kıta dur’lu bayramları insan sonradan başka türlü değerlendiriyor. Mesela Milli Güvenlik dersinde tek sorunun rütbeleri ezberlemenin zorluğu olmadığını... Militarizmin gücü ilgimi çekiyor. Sadece vatandaş olmaktan doğan bir akite dayanarak sana belki hayatta asla yapmayı tercih etmeyeceğin şeyler yaptırabiliyor devlet. Sen olmaktan çıkarabiliyor. Zamanını, senin hayatını almayı kendinde hak görebiliyor. Bu zorunlu askerlikle ilgili olan kısmı, bir de bir dizi hak ihlalinin azının dışarı sızabildiği profesyonel askerlerin dünyası var. Bu muazzam güç karşısında vicdani reddi çok devrimci bir hareket olarak görüyorum. Kendi hayatında, kendi hayatınla yapıyorsun devrimi.

O devrimi anlatır mısın biraz, vicdani reddini açıklamak ne demek, nasıl yapılıyor?

Beyanın kamusallaşması önemli, yoksa sadece asker kaçağı olunuyor. Hani üç resim, bir ikametgâhla, şuraya gibi bir kuralı yok. Neden askerlik yapmayacağınızı, neden vicdani retçi olduğunuzu kayda geçiriyorsunuz önce. Birer manifesto aslında bunlar. Sonra bunu Milli Savunma Bakanlığı’na faks çeken de var, Meclis’e de. Askerlik şubesine giderek beyan edenler oluyor. Onun dışında daha çok etkinliklerde toplu ret açıklamaları yapılıyor. Bu insanlara iyi gelen de bir şey. Ben kitabı bitirdikten sonra bile üzerine 10’dan fazla retçi eklendi mesela. Artık eskisi gibi değil; mahkeme kararı olmadan asker kaçağı sokaktan alınamıyor. Bu bir ‘kabahat’ sayıldığından önce bir para cezası var, ikinci kez aynı kabahati işlediğinizde dava açılma ihtimali var. Temel sorunlardan biri vicdani retçilerin, bu konuda konuşanların, yazanların eskiden ‘halkı askerlikten soğutma’ diye anılan suçu işlemekle itham edilebilmeleri. 318. Madde yeni yargı paketinde bir revizyona uğradı fakat neredeyse sadece ‘soğutma’ fiili değişti. Düşünce ve ifade özgürlüğünün apaçık ihlali olan bu madde bir ayıp olarak duruyor öyle.

Beyanı kamusallaştıktan sonra nasıl bir hayat söz konusu?

Hukuken neler olabileceğinin bir seyri var. Ama herkesin tecrübe edişi farklı. Bazı erkek retçiler, özellikle de bir biçimde birliğe alınmış olanları, ‘yargı döngüsü’ denen kıskaca giriyor. Çünkü birliğe adım attığı andan itibaren üniforma giymemek ayrı, bir emri yerine getirmemek ayrı dava konusu. Hiç ‘asker’ olmayanlar, firari yaşayanlar var. Onun dertleri ayrı. Ama hiçbirini yaşamayanlar da mevcut.

“Laik bir orduda görev alamam” diyerek dini inançları gereği vicdani reddini açıklayan var. “Emir alıp-vermek istemiyorum” diyen, başkasının disiplini altına girmeyi reddeden. “Kardeşime kurşun sıkmam” diyen Türkler, “Kendi vatandaşıma silah doğrultmam” diyen Kürtler… Ve her ne kadar kitapta örneğini görmesek de eminim sevdiğinden ayrılmamak, kariyerine ara vermemek isteyenler de vardır, dünyanın bir yerinde. Bu insanları, bütün farklılıklarına rağmen hangi noktada birleştirirsin?

Evet, hepsi var. Birleştikleri nokta, öncelikle bir zorunluluğa karşı duruyorlar, bunun hesabını soruyorlar. Sonra dert bizatihi militarizmle. Silaha dokunmamak için, şiddetten uzak durmak için, savaşmayı reddetmek için bir o kadar daha neden bulunabilir. Bazı konularda ayrılabiliyorlar ama mesela tüm bu insanların buluştuğu bir slogan var: “Biz orduya sadece fındığa gideriz.” Dünyanın en güzel sloganlarından biri olsa da Türkçe kalmaya mahkûm, başka bir dile çevirilmesi çok zor.

Dert militarizmle ama gerçekçi olalım, militarizmin kökü ne Türkiye ’de ne dünyada asla kurumayacak.


Tolstoy’un 1800’lerin sonunda kötülüğe karşı güç kullanarak direnmeme felsefesini, Hıristiyanlık’la savaş arasındaki çelişkiyi, aslında bizatihi vicdani reddi anlattığı bir kitabı var. Çok ilginç, Tolstoy’u o dönem tarihi bilmemekle, cehaletle suçlayanlar, çok naif bulanlar çıkıyor. Eyfel Kulesi yeni yapılmış, işte böyle kuleler dikebilen sanayi çağını anlamamakla itham ediyorlar. Bugün de ordusuz bir ülke, tuzsuz deniz, ne bileyim penceresiz ev falan gibi algılanıyor. Zorunlu askerliğin tarihi şunun şurasında ne kadar aslında; ulus devletler tarihiyle eş. Fakat o kadar normalleşmiş ki sorgulayınca çağdışı oluyorsun, büyük devlet istemiyor oluyorsun. Ayrıca istememe hakkı da vardır insanların. Kökü canlı bir bitkiyi topraktan sökmek çok zordur. Hele de çok uzun zamandır aynı yerde yeşilse. Militarizm Türkiye’de de düzenli biçimde sulanan bir bitki. Vicdani retçiler de o suyun kaynağını sorguluyor.

BDP , Anayasa Yazım Komisyonu’na vicdani ret hakkı önerisi getirdi. Nasıl bir süreç bekliyor sence bizi?

Öneri geldi ama diğer partiler tarafından da reddedildi. Kimse yanaşmak istemiyor. Yeni bir anayasa yapmayı başarabilirsek, bu hakla ilgili bir düzenlemenin olması önemli. Fakat görünen, askerlik süresinin kısaltılması, sonra belki profesyonel orduya doğru adımların atılması. Fakat vicdani retçiler “Ay bu askerlik çok uzun” diye reddetmiyor ki. Ayrıca profesyonel ordunun da getirdiği başka tartışmalar var. Vicdani ret hareketinin profesyonel orduya dair de sözü var. Zorunlu askerlikten ‘kaçma yolunu’ bulamayanlar yoksullar olduğu gibi, profesyonel orduyla da iş yoksullara havale edilerek toplumsal bir mesele çözülmüş gibi yapılıyor çünkü. Koşulları gittikçe iyileştirilse de sözleşmeli er uygulamasına başvurunun beklenenin çok altında olması da ayrıca düşünmeye değer.

‘Kadınlar kafa karıştıyor’

Çoğu daha 15-16 yaşındayken vicdani reddine karar vermiş. Sence ne oluyor da bu kadar erken yaşta uyanıyorlar?

Herkesin hikâyesi farklı. 15 yaşında reddini açıklayan İlyada Erkuş, muhtemelen dünyanın en genç retçisi. Biraz ailesinden dolayı daha ortaokulda böyle bir bilinci var. Yuri, o yaşlarda askeri okulda okuduğu için sivil itaatsizliği erken öğrenmiş. Halil Savda’nın 90’larda Cizre’de başka bir tecrübesi var. Ama ilginçtir, çoğu daha adının vicdani ret olduğunu bilmeden bu kararı vermiş.

Kadın vicdani retçiler, henüz erkek retçiler tarafından bile tam kabul görmemiş. Onların varlığı neden önemli?

Vatanı korumak işi de birinci sınıf vatandaş görünen erkeklere verilmiş. Kadın savaşta da yardımcı pozisyonda. Asker yetiştirmek, asker yolu beklemek, en fazla mermi taşımak... Kadın retçiler tabii ki savaşta eşit katılım talep etmiyor ama dolaylı biçimde hayatlarına girdiği varsayılan militarizmden, nasıl da damardan etkilendiklerini ifşa ediyorlar. Onların retleri kafaları karıştırıyor. “Sana ne oluyor?” dedirtiyor. Tam da bu yüzden vicdani reddin sadece zorunlu askerliğin reddi olmadığını anlatmaya kapı aralıyorlar.

Radikal sayfası için...

'En büyük mahalle baskısı askerlik üzerine'

HASAN CÖMERT
NTVMSNBC / 21 Mayıs 2013

'Peki gözümüzün önünden bir perde kalkar, erkekliğin, şiddetin, milliyetçiliğin büyütüldüğü kışlalardan dışarı sızan militarizm de netleşir mi? Kadınların, bir savaştaymışçasına erkekleri tarafından günde üçer beşer öldürülüşlerinin, ‘zorunlu erkekliğin’, ‘zorunlu askerlikle’ hiç mi ilgisi yok? Evlerin küçük ‘vatanlara’, okulların küçük kışlalara döndürülüşlerinin, bir dizi kılıkla aramızda gezen çıplak şiddetin, çok başka nedenden görünen katmerli travmaların hiç mi ilgisi yok? Askerlik, sadece askerlikle ilgili bir mesele mi?''

Savaşa karşı olmanın garipsendiği, karşı olanın hainlik mertebesine yükseltildiği bir ülkede en zor şeylerden birini yapıyor vicdani retçiler. Hayatlarını ortaya koyuyorlar bu en temel insani hak için. Gerçekten bir cesaret öyküsü ama dertleri cesur olmak değil elbette. Sadece inandıkları şey için mücadeleye ediyor ve dahası inandıklarıyla hayatları arasındaki farkı açmadan bu mücadeleye devam ediyorlar.

Bu ülkede ''iyi ki gazetecilik yapıyor'' dediğimiz az sayıdaki isimden Pınar Öğünç, askeri mahkemelerde yargılanan, işkence gören, açlık grevi yapan, büyük bedeller ödeyen 14 vicdani retçi ile görüşerek ‘Asker Doğmayanlar'ı kitaplaştırdı. Öğünç, her biri farklı hikayeye sahip vicdani retçilerle görüşerek hem bu mücadelenin tarihini belgeliyor hem de zorunlu askerlik ile barış süreci arasında sorulacak en doğru soruları sormayı da ihmal etmiyor.
Haberin devamı ↓reklam

Pınar Öğünç ile kitabını ve tabii ki, ''Öldürmeyeceğim'' diyerek hayatlarından vazgeçen bu çok önemli insanları ve Vicdani Ret Hareketi'ni konuştuk:

Birçok kesimin ‘asker kaçağı’ ya da ‘kolaya kaçma’ olarak gördüğü meselenin ardında aslında hayatlarından vazgeçen bu cesur insanlar var. Vicdani reddin nasıl algılandığı, meselenin neresinde duruyor?

Tam ortasında duruyor. Algı, vicdani reddin sadece zorunlu askerlikle ilgili olduğu üzerinden şekillenince, arzunun da sadece bundan kaçmak olduğu düşünülüyor çoğunluk tarafından. Siz sorarken vicdani retçiler için cesur sıfatını kullanıyorsunuz ama bu çerçeveden bakınca, bilakis ‘korkaklıkları’ yüzünden bu kararı aldıklarına inanılıyor. Ama işte bu kitapta uzun uzun anlatıyorlar, bu kararı almanın hayatlarında neler değiştirdiğini, neleri göze alarak bu talepte ısrarcı olduklarını... Dinleyen karar versin.


NEDENİ AHLAKİ!
Vicdani reddini açıklayan ilk kişi Tayfun Gönül, paralı askerlik yapmak gibi 'imkanlarına rağmen' neden vicdani retçi olduğunu şöyle açıklıyor: ''Sonuçta benim askerliğe karşı çıkma nedenim askerliğin zor ve uzun olmasından değil, çünkü ben bir doktorum, herkes bilir ki doktorlar zaten sıradan erler gibi bir askerlik yapmazlar, hayli rahat geçer. Tam tersine askerlik yapmayı reddetmek, bir doktor için yaşamını daha zor koşullarda sürdürmektir. Benim karşı çıkışımın nedeni ahlaki. Bu açıdan paralı ya da parasız, uzun ya da kısa dönem benim için fark etmez. Orduya katılmak militarist aygıtın bir parçası olmak demektir. Bunun ahlaki sorumluluğunu üstlenmek istemiyorum.''


Türkiye hangi yöne giderse gitsin, ne kadar demokratikleştiği söylense de, hayatları hiç değişmeyen insanlar diyebilir miyiz vicdani retçiler için? Sanki bütün sorunlar çözülse bile askerliğin kutsallığından vazgeçilmeyecekmiş gibi...

Bu demokratikleşirken hesaba ne kadar militarizm sorgusu katıldığına bağlı. Ancak bu sorgu da eklendiğinde sağlıklı demokrasiden, gerçek bir sivilleşmeden söz edebiliriz. Yıllar içinde bilinirlikleri, görünürlükleri artsa da hareketin kitleselleşememesi toplum olarak bu sorguyu eksik yaptığımıza da işaret ediyor aynı zamanda. Savaşçılığın, kahramanlığın, askerliğin kutsallığı üzerine o kadar çok yatırım yapılmış ki... Tuhaf biçimde bir sürekliliği var bunun siyasi ve toplumsal hayatımızda. Eğitimden popüler kültüre, bunu besleyen damarlar, zaman içinde bazı değişimlere uğrasa da aynı duruyor aslında.

Bakıyordum, o marşları söyleyen
askerlerin ayağında potinleri vardı, üzerlerinde kamuflajları, tek tip
kıyafetleri vardı. Özendim herhalde.
Anneme sorduğumu hatırlıyorum:
“Benim potinin, silahım, kamuflajım
nerede? Ben asker doğmadım mı?”
Annem biraz duraksadı, sonra güldü,
“Sen asker doğmadın. Doğarken
hiçbir şeyin yoktu. Herkes gibi doğdun, çıplak” demişti.
Halil Sevda


Bu ülkenin en sağlam kalelerinden biri askerlik elbette ve vicdani ret anlayamacağımız kadar cesur geliyor bize.

Çoğunluğun karşısına, tek başına bir birey olarak dikilmek gerçek bir kararlılık gerektiriyor. Bir odada herkes farklı düşünüyorken sesini çıkarmak için üç defa düşünür insan. Bir de askerlik gibi neredeyse hiç tartışılmayan toplumsal bir kurum üzerine laf etmeyi düşünün...

Bizim gibi askerde anlamsız bir şekilde evlatlarını yitiren herkesin nasıl bir acı duyduğunu biliyorum. O ailelerin
yıkımının daha ileri gitmemesi için imkânlarım ölçüsünde maddi manevi
destek olup bu ailelere özel zaman ayırıyorum. Yan yana getirebileyim,
bir arada olalım istiyorum.
İnanır mısınız çok aile de korkuyor. Kendilerine, diğer aile bireylerine zarar gelecek diye korkuyorlar. Telefon
açtığımız zaman telefona çıkma
cesaretini bulamayanlar var.
Hayri Kamalak


Nerdeyse görüştüğünüz bütün vicdani retçiler, bunun sadece askerlik yapıp-yapmamakla ilgili olmadığını sık sık dile getiriyor. Kitapta da bu hissiyat ağırlıklı bir şekilde var. Vicdani retin hâlâ anlaşılamayan bir mesele olduğunu söyleyebilir miyiz?

Maalesef öyle, bir kere sadece zorunlu askerlikle ilgili olduğunun düşünülmesi felsefi tartışma olanağını çok daraltıyor. Bu kitap için yola çıkmamızın niyeti bir lokma daha iyi anlaşılabilmesini sağlamaktır zaten.

Vicdani ret kimsenin işine gelmez,
çünkü güç edinmek ve onu bir topluluk üzerinde kullanmak isteyen bütün
yapıların temelini sarsar. “İtaatsiz ol” diyorsun. En demokratik dediğimiz
parti için düşünelim bunu. Vicdani reddi savunan bir milletvekili grup kararına
uymaz. Bir kültür merkezinde çalışan ve vicdani reddi savunan biri, oradaki
bütün kararları sorgular.
Mehmet Tarhan


Tayfun Gönül’ün hikayesi birçok açıdan önem taşıyor, mesela çok iyi okulllarda okumasına, imkanları olmasına rağmen vicdani retçi olmayı seçiyor. Bu bile tek başına çok şey söylüyor olmalı değil mi?
Kitap için çalışmaya başladıktan çok kısa bir süre sonra rahatsızlandığından ve sonra da hayatını kaybettiğinden Tayfun Gönül’le bu kitap için söyleşme fırsatı bulamadık ne yazık ki. Fakat 1989’da Sokak dergisinde yayınlanan ret beyanı, manifestosu, bir de yine Sokak’ta kendisiyle yapılmış bir söyleşiye yer verdik. Bu gerçekten imkân meselesi değil. Tayfun Gönül, üst orta sınıf bir aileden gelen, doktor çıkmış biri olarak evet başka bir hayat sürebilirdi. Ama başka bir dünya ihtimali, kafasını çok daha önceden kurcalamaya başlamıştı. Beyaz doktor önlüğünün iktidarını sorgulayan biri... Türkiye’nin anarşizm tarihi içinde önemli bir isimdir Tayfun Gönül.

Sosyalist ülkede de yaşasaydım, aynı kampanyayı yürütürdüm. Benim için
ordunun kızılı da, sarısı da, beyazı da,
hepsi bir.
Tayfun Gönül


Peki, askere giden çoğu erkeğin küfür ettiği, birçok insanın gitmemek için çürük raporları almaya çalıştığı, binlerce ölümün olduğu ‘askerlik’ neden gücünden hiçbir şey kaybetmiyor? Ya da kaybediyor mu? ‘Asker doğmadım’ demek neden bu kadar tepki çekiyor?

Çünkü var eden mekanizma tıkır tıkır çalışıyor. Türkiye’deki en büyük mahalle baskısı askerlik üzerine olabilir. Dediğiniz gibi askerden dönünce ondan bundan şikayet etmeyen erkek yok gibidir ama bunlar en fazla dost meclislerinde komik asker anıları olarak kalır. Hep birlikte gülünür, “Bizde de bir çavuş vardı...” diye yeni bir hikaye anlatılır, bir daha gülünür ama hikayelerin içindeki akıldışılık sorgulanmaz. Zaten çatışma ‘anılarını’ samimiyetle anlatan erkek yoktur ki sorgulanabilsin. Bedelli askerlik konusu bile öyle her masada açılabilecek konu değilken, daha rahat bir askerlik için torpil gayretleri, çürük raporu maceraları mevzu açılmadıkça gizli kalmaya mahkumdur. Ne tuhaf, herkes herkesi biliyor aslında ama öyle değilmiş gibi davranmaya devam ediyoruz.

Kadın retçileri, vicdani ret kavramını genişletme açısından, erkeklerin
reddinden daha anlamlı buluyorum.
Biraz maksadını aşan bir cümle oldu, farkındayım! Erkeklerin reddi,
sadece askere gitmemek olarak algılanırken, kadın retçiler kafaları
karıştırıyor ve “Bir dakika ya, askere gitmiyorsunuz ki, ne reddi?” ile
militarizmi pek çok açıdan gündeme
getirme şansınız oluyor.
Ferda Ülker


‘İNANDIKLARIYLA YAŞAMLARI ARASINDAKİ TUTARLILIK’
Bütün görüşmelerin ardından genel bir hissiyatınız oluştu mu? Yani tek tek hikayelerin yanı sıra size yeni bir şey öğreten tespit, durum vs. oldu mu?
Bu kitap sayesinde, daha önce tanışıklığım olan vicdani retçileri hakikaten tanıma fırsatı buldum, bazılarıyla yeni tanıştım. Dinledikçe beni çok etkileyenlerden biri, birçoğunun farklı biçimde dile getirdiği bir şeydi; düşündüğü, inandığıyla yaşadığı hayat arasında arasındaki tutarlılık çabası... Az insanın, hakikaten düşündüğü gibi yaşamaya cesareti var. Bunu yapabildikleri için retçi olmuşlardı, retçi oldukları için bunu yapabiliyorlardı. Şöyle diyeyim... Liseli vicdani retçi İlyada Erkuş, 15 yaşında okulundaki kantin fiyatlarını protesto için okula ‘dayanışma masaları’ kuranlardan olduğu için retçi oldu. İlk kadın retçilerden Ferda Ülker, antimilatirizm sorgulamasıyla feminizme geçtiği için bugün bir kadın sığınmaevinde çalışıyor. Genç retçilerden Merve Arkun’un retçiliğiyle, çevresindeki bir sürü kişi “Deli misin?” derken bir anarşist kafede gönüllü çalışmasının ilgisi var.

Bahsettiğim nasıl bir ipotek, biliyor musunuz? Mesela ben iş yerimi son
dört yıldır üstüme alabildim. Bu yeterli
bir şey. Antalya’ya gittim, 10 yılımı
kaçak yaşadım. Çocuğum doğduktan
sonra onun varlığı yüzünden gizlenmek,
biraz kıyı-köşe yapmak zorundaydım.
Her an yakalanma ihtimalini
düşünüyorsun, her an... Ben mesela Antalya’nın ara yollarını acayip iyi bilirim.
Araç kullanıyorsun ama gidip ehliyetini alamıyorsun. Hakkın var, alamıyorsun. Sürekli bir paranoya durumu
yaşıyorsunuz. Buna rağmen iyi idare ettiğimizi düşünüyorum.
Vedat Zencir


Evet, kitabı okurken farkediyoruz zaten, vicdani retçilerin hepsi insan hakları ihlali, eşitsizlik, ayrımcılık gibi birçok meselenin içinde de varlar. Bunun basit bir karardan çok daha fazlası olduğunu anlamamız için hayat hikayeleri büyük önem taşıyor değil mi?

Az önce anlattığım tutarlılık hikayesi bu kapıya çıkıyor. Savaş karşıtlığı, antimilatirzm ve vicdani ret kişisel beyanlar olduğu kadar, toplumsal birer çağrı aslında. Hayata, insana dair ahlaki bir bakış açısı öneriyor, devlete ve devletin yurttaşıyla ilişkisine dair politik bir tavır alıyor.

Son olarak; ‘Askerlik sadece askerlikle ilgili bir mesele mi?’ diye soruyorsunuz giriş yazınızda. Bu cevabı bilinen ve sormak istenilmeyen bir soru mu, ve cevabı bilindiğinde bir şey değişecek mi sizce?
Bu, cevabı bilenlerin de bilmezlikten geldiği bir soru. Kışlaların dışındaki kışlaları, sivillerin içindeki askerleri görebildiğimizde gerçekten militarizmi konuşmaya başlayabiliriz.


NOTLAR:
'Asker Doğmayanlar' vicdani retçilerle yapılmış görüşmelerden oluşuyor ama beri yandan kitapta vicdani ret hareketinin tarihine dair çok önemli notlar bulmak mümkün. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği kararlar, hukuksal süreç, hareketin günümüze kadar nasıl bir şekilde ilerlediği, maruz kalınan durumlar, ailelerin ve toplumun bakış açısındaki değişiklikler, kadın retçilerin algılanışı, eşcinsel vicdani retçilerin karşılaştıkları durumlar, vicdani reddini açıklayanların listesi....

Ntvmsnbc sayfası için...

Kimse gitmezse kim savaşacak?

ZEYNEP MİRAÇ
MİLLİYET / 20 Mayıs 2013

Bugün Dünya Vicdani Ret Haftası’nın son günü. Türkiye’de ilk kez Vicdani Ret Derneği de geçen hafta içinde kuruldu. Onlar, zorunlu askerliği reddeden, militarizmi sorgulayan ve bu uğurda bedel ödeyenler.
Arada sırada gazetede yargılama haberlerini okuduğumuz, sayfayı çevirip kendi gündemimize daldığımız ama “Savaş mı? Tabii ki karşıyım” derken pek de hatırlamadıklarımız.
Gazeteci Pınar Öğünç teybini 14 vicdani retçiye uzatıp yaşadıklarını, fikirlerini, dünya görüşlerini onlardan dinledi.
Pınar Öğünç’ün Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan kitabının adı vicdani reddin hayattaki karşılığı: “Asker Doğmayanlar”.


-Neden asker doğmadılar?
“Asker Doğmayanlar”a “Bu kitap bir ihtiyaçtan doğdu” diye başlıyorsunuz. Size bu kitabı yazdıran nasıl bir ihtiyaçtı?

Türkiye’nin şimdiye kadar tavrı vicdani retçileri görmezden gelmek oldu. Çürük raporu verip bir kenara ayırarak, olabildiğince görünmez kılarak... Vicdani retçilerin isimlerini tutuklandıklarında, yargılandıklarında ya da AİHM’de dava kazandıklarında duyabildik. Ama şu eksik kaldı: Neden bu kararı verdiler? Neden bütün hayatlarını etkileyecek böyle bir yola girdiler? Ki dışarıdan bunun bütün hayatlarını etkileyecek bir yol olduğu da bilinmiyor.
-Çoğunlukla kolaya kaçmak, askerlik yapmaktan imtina etmek gibi algılanıyor.
Sadece zorunlu askerliğe karşı bir sözleri var gibi algılandığından tembellik olarak alınıyor. Oysa vicdani retçilerin beyanlarında da dile getirdiği asıl meramları, militarizm ve onun hayatımıza sinmiş uzantıları. Bunun kurumsallaşmış mekanlarından biri zorunlu askerlik. Bu insanlar kimine göre vatan haini, kimine göre çok naif, kimine göre de korkaklar. Onları gerçekten anlayabilmek için birinci tekil şahıs hikayelerini dinlemek gerekliydi.
- “Savaş karşıtı mısın?” diye sorduğunda “Evet” diyeceklerle “Vicdani retçi misin?” sorusuna “Evet” diyecekler arasında sayısal olarak çok ciddi bir fark var. Vicdani reddini ilan edenler “Savaş karşıtıyım” diyenlerden daha mı cesur, daha mı politize, daha mı samimi?
Şöyle bir cesaretten söz edebiliriz. Onlar söylemleriyle hayatlarını birleştirmeyi, neye inanıyorlarsa öyle yaşamayı tercih etmişler. Savaş karşıtı oluşlarını, militarizmle, devletle, otoriteyle her tür ilişkilerine yansıtan insanlar vicdani retçiler.

Kimliksiz yaşıyorlar

- Vedat Zencir’in şu cümlesinin altını çizdim: “50 yaşındayım ve hayatım hala ipotekli”.

Çünkü davalar bitebiliyor, ama her an bir hukuki dayatmayla tekrar karşılaşma ihtimali hissettiriliyor size. Bazıları kimliksiz yaşıyor. Kimliksiz yaşamanın ne kadar ağır olduğunu insanlar dışarıdan fark etmiyor.
- Sivil ölüm bu mu?
Bu. Yoksunluğun ve yoksulluğun uç noktasına gelen vicdani retçiler de var. Çok fazla koldan seni ezmeye, görünmez kılmaya çalışan bir ağ içinde direnmek yorucu bir iş. Herkesin takati aynı olmuyor. Fakat hiç böyle yaşamayanlar, hiç tutuklanmayanlar da var. Sadece “Ah ne kadar mağdur ediliyorlar” penceresinden bakmak işe yarar bir bakış açısı değil. Devletin onları güçsüz bırakışı değil, bizatihi devletin gücü meselemiz olmalı.
- Tersinden sorarsak, savaş karşıtı olup vicdani reddini ilan etmemek bir samimiyet sorunu mu?
Bunu söylemek fazla iddialı olur. Özellikle bu insanları dinledikten sonra, savaş karşıtıysan vicdani reddini ilan etmen gerekir talebinde bulunmayı kendi açımdan küstahlık sayarım. Ben de vicdani reddini beyan etmiş biri değilim. Bir ihtimal kitapla birlikte bunu yapabilirdim. Ama bu biraz rol çalmak olurdu, istemedim.

Şiddetin ortasında kalmak

-Halil Savda diyor ki; “Çocukken şiddete yakın bir özelliğim yoktu”. Askere gitmemeyi düşünmemiş, vicdani reddi aklından geçirmemiş birinin böyle bir yakınlığı olduğunu mu düşünmeliyiz?

Öyle bir paralellik kurulamaz. Halil’in çok şiddet dolu bir ortamda büyüdüğünü unutmamamız gerekiyor. Cizre’de bir karakolun dibinde büyümüş bir Kürt çocuğu. Sabahları “Her Türk asker doğar” eşliğinde talim yapan askerlerin seslerini duyuyor. O şiddetin ortasında şiddetsiz bir çocuk kalabilmeyi anlatıyor daha çok.

“Hayır” demekle olmaz

-Vicdani reddin bir parçası olduğunu konuşsak da, Türkiye’de savaş karşıtı bir hareketin varlığından söz edebilir miyiz?

Topyekûn savaşa karşı bir hareketten söz edemeyiz. Savaşına göre pozisyon alanlar, o savaştan getirileri hesaplayıp duruş belirleyenler var maalesef. X çatışma halinde “hayır” demek bir insanı savaş karşıtı yapmıyor.

‘Darbe planlayan askerler başka gezegenden mi geldi?’

- Vicdani ret militarizmle bağları koparmayı hedefliyor. Yazdığınız önsözde Balyoz ve Ergenekon davalarında militarizmi sorgulamadığımızı yazıyorsunuz. Bu sorgulamanın parçaları neler olabilirdi? Neler, niye eksik kaldı sizce?

Bazen askerler bu ülkeden çıkmamış, başka bir gezegenden gelmiş gibi davranıyoruz. Eğer o davalarla askeri vesayet sorgulanıyorsa, demokrasinin askerler tarafından sekteye uğratılma ihtimalini konuşuyorsak, hem tarihsel hem kültürel hem toplumsal hem de hukuki açıdan askerlerin kendinde bu cüreti nasıl bulabildiğini sorgulamamız gerekiyor öncelikle. Eğitim sistemimizden tarihi anlatımıza, gündelik dilimize kadar tüm unsurlarıyla bunu deşifre etmezsek gerçek bir sivilleşmeden söz etmek mümkün olmaz. Sadece bazı askerlerin vesayetinden sıyrılmış olabiliriz. Davalar bu sorgulamaya yol açamadığı gibi, yargı sürecindeki hukuksuzluklar mağdurların doğmasına neden oldu. Tam da militarizmi sorgulamasını beklediklerimiz, politik bir kamplaşmayla bilakis daha da sarıldılar.
- Bu sorgulamanın ihmal edildiğini mi düşünüyorsunuz yoksa askeri vesayete karşı çıkanların da farkında olarak ya da olmaksınız militarizmi sindirdiklerini mi?
Sindirdiklerini, normalleştirdiklerini... Şu an gündem daha mı az militarist? Suriye meselesinin ortasındayız. Güvenlik harcamalarımıza bakalım. Onlar azalmış yahut eskiye göre daha şeffaf değil. Atılan kimi sivilleşme adımlarına rağmen ordunun konumuna ve işlevine dair revizyondan söz etmiyoruz. Sanki sadece bazı askerlerle sorunumuz varmış gibi.
- BDP Anayasa Komisyonu’nda vicdani ret hakkını önerdi. Ak Parti, CHP ve MHP reddettiler. Mehmet Tarhan kitapta Türkiye’de muhalefetin şiddetle ilişkisi olduğunu söylüyor. Ak Parti’nin devlet temsiliyetini bir kenarda tutarsak, CHP ve MHP’nin itirazlarını Mehmet Tarhan’ın bu tespitiyle değerlendirebilir miyiz?
MHP’nin tavrı anlaşılır. Ama birçok meselede kerteriz noktasını kaçırmış durumda olduğumdan, CHP’nin nasıl bir saikle reddettiğini inanın anlamıyorum. Stratejik bir şekilde, ulusalcı kanadın oylarını korumak için alınmış bir tedbir olabilir.

Dile AİHM’nin etkisi

- Ak Parti’nin son dönemde vicdani retle ilgili devletin tavrını değilse de dilini değiştirme girişimleri oldu. Bunları demokratikleşme yolunda bir çabaya mı yormalıyız, yoksa AİHM’de açılmış davaların tamamının Türkiye aleyhinde sonuçlanmasıyla mı?

Konuyu gündeme getirirken Sadullah Ergin, bu davaların ne kadar tazminata mal olduğu hesabını yapmıştı önce. Lafa böyle girdi. Uluslararası tazyikin de etkisi var. Avrupa Konseyi Osman Murat Ülke kararından beri Türkiye’yi uyarıyor ve zaman tanıyor. 2011’in sonunda dolan bir süre vardı. Türkiye yıllardır oyalar durumda. Dışarısını oyalarken de içeriyi fazla kızdırmayacak bir çözüm üretmek zorunda. Gerçekten bir demokratikleşme arzusuyla mı yapılıyor, emin değilim.


Gazeteci Öğünç “Erkeklik algısının doğrudan kaynaklarından biri militarizm” diyor.

Vicdani ret, sol gündemin ilk maddelerinden değil

- Kürt vicdani hareketinin içinde “Askere de gitmeyin, gerillaya da” diyen Vedat Zencir de var, “Ama gerilla dayatmıyor, derdim bu devletledir” diyen Kemal Acar da var. Bu hareketin kendi içinde çatışıyor mu?

Konuşurken vicdani ret hareketi diye kolektif bir kimlik vermeye çalışıyorsak da, aslında çok şahsi bir politik beyan vicdani ret. Bir siyasi parti, tek amaçta birleşmiş STK ya da bir ideolojinin firesiz buluşturduğu bir grup insan değiller. Bu konuda da yekpare bir görüş yok. Silahın, şiddetin ve hiyerarşinin girdiği her tür örgütlenmenin militarizmini sorgulayan da var; var oluşlarındaki farkla orduyla PKK’yi eşitlemeyen bir yaklaşımla lafa başlayan da.
- Kimi vicdani retçilerin solun bu hakkı sahiplenmediğine dair eleştiriler de geliyor. Siz bu eleştiriye katılıyor musunuz?
Silahın girdiği, silah olmasa bile hiyerarşinin katı işlediği örgütlenmelerde, otoritenin zehirli tezahürlerinden kaçınmak mümkün değil. Türkiye solunun geçmişte de böyle yapılanmaları oldu. Sol hareket içinden vicdani retçi olanlar var ama genel anlamda vicdani reddin solun gündeminin ilk maddelerinde yer aldığını söyleyemeyiz herhalde.

Kürtler için tali mesele

- Kitabın ilk sayfalarında cevabı hayli zor bir soru var. “Savaşmak için, devamlılığından şüphe duyulmayacak bu insan kaynağı, zorunlu askerlik sistemi olmasaydı, Türkiye Kürtlerle barışmaya yeltenmek için bu kadar geç kalır mıydı?” Aynı soruyu size yöneltmiş olayım.
Şunu unutmamamız gerekiyor. Kolay harcanabilecek bir insan kaynağınız olduğunda stratejinizi ona göre belirlersiniz. Askere giden ve ölüsü dönen genç insanları aileler “Vatan sağ olsun” diye karşıladıkça, devamlılığından emin olunan bu kaynak orada durdukça, Türkiye’nin güvenlikçi politikasını zorlayacak bir neden olmadı. Savaş karşıtı hareketin en temel cümlesidir: Kimse gitmezse kim savaşır?
- Bu naif bir yaklaşım değil mi?
Öyle gelebilir. Ama güçlü bir vicdani ret hareketi çıkabilseydi, farklı olabileceğine inanıyorum. Kürt Vicdani Ret Hareketi’ni başlatanlardan Kemal Acar anlatıyor kitapta, Kürtlerden de çok güçlü bir vicdani ret hareketi çıkamadı. Çünkü o yıllar boyunca çoğu Kürt için savaşa dair atılacak adım dağa çıkmak oldu. Askerliği reddetmek daha tali bir mesele olarak kaldı.

Vatan korunması gereken ‘kadın’ gibi

-Vicdani reddini açıklayanlar arasında kadınlar da var ve sıklıkla “Size ne oluyor” tepkisiyle karşılaşıyorlar. Merve Arkun’un cevabı çarpıcı: “İnsanlar sokakta karşılaşacakları tacizle militarizm arasındaki ilişkinin farkında değil”. Nedir o ilişki?

Ordu çok eril bir yapılanma ve birinci görevi vatanı korumak. Bu söylemde vatan korunması gereken bir kadın gibi biraz. Farkında olmuyoruz ama evler de bu algının içinde vatanlaşıyor. Erkek yuvayı, o kadını, o minik vatanı korumak algısıyla büyütülmüş ve toplumsal cinsiyetini edinmiş oluyor. Kadın cinayetleriyle ilgili istatistiklere baktığımızda kadınların en çok boşanmak, ayrılmak istediklerinde, yani o evin, minik vatanın bütünlüğünü bozmayı tercih ettiklerinde erkekler tarafından öldürüldüklerini görüyoruz. Erkeklik algısının doğrudan kaynaklarından biri militarizm.

Şehit babası olan bir vicdani retçi

- Kitabın askerliğini tamamlamış tek vicdani retçisi, oğlunun askerde intihar ettiği söylenen Hayri Kamalak. Asker intiharları, vicdani reddin algılanışında nasıl bir rol oynuyor?

Son birkaç yıldır şaibeli asker ölümlerini, intihar vakalarını ve kışlalardaki kötü muameleleri biraz daha rahat konuşabiliyor olmamız önemli. Hayri Kamalak vicdani retçilerle kesişim kümesinde duran bir insan. Adanalı, Alevi bir aile. Davul zurnayla, en klasik asker uğurlamasıyla oğlu Volkan’ı askere yolluyor ve intihar olması biraz güç bir senaryoyla kaybediyor. Bundan sonra başka bir sorgulamaya girişiyor. Geçen yıl Vatan Şehitleri Derneği, bu içerikte bir dernek ilk kez şaibeli asker ölümleriyle ilgili açıklama yaptı. Bu çok önemli bir çıkıştı. O kesişimi sağlayanlardan biri de Hayri Kamalak’tır.

Milliyet sayfası için...

Hâki karanlığa ışık yakanlar

HALUK KALAFAT
RADİKAL KİTAP / 17 Mayıs 2013

Gazeteci Pınar Öğünç'ün 14 vicdani retçiyle yüz yüze yaptığı sohbetlerden derlediği yeni kitabı Asker Doğmayanlar'ın kahramanları meramlarını açıklıkla ortaya koyuyor; çünkü vicdani ret karşı çıkılması zor bir karardan besleniyor: “Öldürmeyeceğim!”
Hâki karanlığa ışık yakanlar


Asker Doğmayanlar birden fazla kahramanı olan kitaplardan: Tayfun Gönül, Vedat Zencir, Yuri, Mehmet Tarhan, İnci Ağlagül, Halil Savda, Ferda Ülker, Enver Aydemir, İnan Mayıs Aru, İnan Süver, Muhammed Serdar Delice, İlyada Erkuş, Hayri Kamalak, Kemal Acar, Merve Arkun.

Vicdani retçiler söyleyecek sözü olan insanlar ve Pınar Öğünç mikrofonu onlara uzatmış. Her biri kendi vicdani ret öykülerini anlatmışlar; nedenlerini, nasıllarını, kendi dönemlerini, dayanıştıkları insanları…

Kitabı okuyup kapağını kapadığımda aklımda şu soru var: Bu nasıl bir cesarettir? Çünkü biliyorum ki bu kitapta sözü olan ve ek bölümünde Savaş Karşıtları web sitesinde listesi verilen tüm isimler, itilafsız cesur insanlar.

Farkındayım ilk cümlede kullandığı “kahraman” ve biraz önceki cümledeki “cesaret” kavramları “asker doğan toplumlarda” kutsallaştırılan erdemler. Özelikle kullanıyorum; çünkü her bir yaşamöyküsünü okuduğumda aslında vicdani retçilerin ilk baştan beri bu toplumda, kültürde, sistemde sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz tüm köhne değerleri, dili, kavramları tersyüz etiklerini anladım. Kısacası kahraman ve cesaret kelimelerini militarist vurgularından arındırarak okuyun.

Ve de itiraf edeyim örneğin vicdani reddini açıklayan ilk kişi olan Tayfun Gönül’ün kararlı duruşunu anlatacak daha iyi bir kelime bulamıyorum.

Militarist aygıtın bir parçası olmamak

“Neden paralı askerlik yapmadın, üç ayda kurtaracaktın” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Sonuçta benim askerliğe karşı çıkma nedenim askerliğin zor ve uzun olmasından değil, çünkü ben bir doktorum, herkes bilir ki doktorlar zaten sıradan erler gibi bir askerlik yapmazlar, hayli rahat geçer. Tam tersine askerlik yapmayı reddetmek, bir doktor için yaşamını daha zor koşullarda sürdürmektir. Benim karşı çıkışımın nedeni ahlaki. Bu açıdan paralı ya da parasız, uzun ya da kısa dönem benim için fark etmez. Orduya katılmak militarist aygıtın bir parçası olmak demektir.”

Bu satırlar Tayfun Gönül’ün Ocak 1990’da Sokak Dergisi’nde yayımlanan söyleşisinden. Pınar Öğünç söyleşi yaptığı her vicdani retçi için kısa birer önsöz yazmış. 30 Temmuz 2012’de kaybettiğimiz Tayfun Gönül’le Asker Doğmayanlar için sohbet etme fırsatı bulamamış. Ama iki belgenin çok önemli olduğunu belirterek Sokak Dergisi’nden bu söyleşiyi ve yine aynı dergide 1989’da yayımladığı vicdani ret metnini kitaba almış.

“Hazır ola geçmeyeceğim”

Kocaman, ucubucağı olmayan etrafını sarıp sarmalayan haki yeşil bir karanlığa karşı başını dik tutan gencecik insanlardan söz ediyoruz. Yuri gibi örneğin. 2000 yılında Beşiktaş’ta bir düğün salonunda, iki arkadaşıyla beraber açıklamış vicdani reddini. 13 yaşında girdiği Deniz Lisesi’nden “asker olmayı beceremeyeceğini” anlayınca kendisini okuldan attırma öyküsü özellikle okunmalı.

180 disiplin puanını 80’e indirdiğinde disiplin kuruluna çıkarılacağını öğrenmiş yönetmeliği incelediğinde ve becerebildiği bütün disiplin suçlarını işlemiş. Bir süre sonra puanı düşmesin diye işlediği suçlar görmezden gelinmeye başlanınca kendini ihbar etmiş. Ama atılmak o kadar kolay değil tabii: “80 puana kadar düştüm, hâlâ atmadılar. Bu üç aya yakın sürdü, her günü ayrı bir mücadele. (...) Neyse, Alay Disiplin Kurulu’na çıkmaya hak kazandım. Ordu için aşağılayıcı, benim için yüceltici ve sevindirici bir durum. Albay bana “Hazır ola geç, sen hâlâ askersin” dedi. Ben rahat rahat duruyordum. “Zaten asker olmak istemediğim için buradayım. Hazır ola geçmeyeceğim” deyince iyice sinirlendi; öfkeyle “Üstündeki üniformaya saygın olsun” diye bağırdı. Ben öfkemi tutup sakin konuşmayı öğrenmiştim, “Sorun üzerimdeki üniformaysa hemen çıkartabilirim” dedim ve düğmeleri çözmeye başladım. Anlık gelişen bir hareketti. O beni bağırarak terbiye etmeye çalışıyordu, ben de onu mantıkla... Üzerime geldi, tokat atmak üzere elini kaldırdı. “Ben artık bir asker değilim ama siz hâlâ askersiniz. Üstelik kurmay albaysınız, bana vurduğunuz anda kendinizi askeri mahkemede bulursunuz” dedim. Elini indirdi, ‘Çık dışarı’ diye bağırdı. ‘Teşekkür ederim, istediğim buydu’ dedim, gittim.”

Tayfun Gönül’ün ya da Yuri’nin yukarıda aktardıkları o kadar anlaşılır, aslında tartışma götürmez biçimde doğru.

Devletin havsalası almıyor

Vicdani reddini Tayfun Gönül’den bir ay sonra açıklayan Vedat Zencir: “Ne istenirse istensin, bu istemediğin bir şeyse, yapmama kudretine sahipsin. Yeter ki kararını sen ver.” Ve “hayır” diyor Zencir, askere gitmeyeceğim; üstelik bu açıklamasını o yıllarda bugünkünden farklı bir çizgide olan Güneş Gazetesi yayımlanıyor. Vicdani ret kararı alan bu iki arkadaş İzmir’deki Savaş Karşıtları Derneği çevresinden ve kurucularından. Ordudan, devletten büyük bir tepki alacaklarını bekleniyor ama çok öyle olmuyor. Vedat Zencir’in şu sözleri bunun nedenini açıklayabilir: “Ahlaki olarak yaptığımızın farkındaydık ama politik olarak neredeyse hiç... Açıkçası devlet de buna hazırlıklı değildi. Yani refleks olarak askerlikten soğutmayla ilgili 155 diye bir madde konmuş ama bakarsanız vicdani ret Türkiye’de hiç suç olmadı. Devletin havsalası almıyor çünkü…”

Asker doğması beklenen bir “Türk”ün askere gitmek istemeyeceği Tayfun Gönül ve Vedat Zencir ortaya çıkıp “hayır” diyene kadar hayal dahi edilemiyor. Aslında bu yargının büyük bir yalan olduğu bilinmiyor değil; asker kaçağı binlerce insanın olduğu sır değil ama kimsenin bunu açıktan ilan edecek cesareti yok, aradan neredeyse çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen çoğunluk hâlâ aynı durumda.

“Öldürmeyeceğim!”
Pınar Öğünç, 14 vicdani retçiyle, 2012’nin Nisan-Ağustos ayları arasında, yüz yüze yaptığı sohbetlerden derlediği anlatılarla işte bu çeyrek asırlık mücadelenin zengin tarihini yalın ve net bir biçimde aktarmış. Bunu bir de kitaba “Onların itaatsizliği, bizim itaatimiz” başlığıyla önsöz yazan Ayşe Gül Altınay’ın kelimeleriyle tekrarlayayım: “Hrant’ın deyimiyle ‘suskunluğa mahkûm edilmiş’ vicdana her yazısıyla farklı bir pencereden ses veren Pınar Öğünç’ün güçlü gözlem gücü ve kaleminden…”

Gerçekten hem Pınar Öğünç hem de kitapta sözü olanlar meramlarını net bir biçimde ortaya koymuşlar; çünkü şurası açık vicdani ret karşı çıkılması zor bir karardan besleniyor: “Öldürmeyeceğim!”

Radikal Kitap sayfası için...

Monday, May 20, 2013

Asker doğmayanlar aracısız anlatıyor

ZEYNEP EKİM ELBAŞI
zeynepekim@agos.com.tr
AGOS / 17 Mayıs 2013

Türkiye’nin tabu konularından vicdani ret, özel bir kitap ve hareketin dernekleşme girişimi ile bir kez daha gündemde. Gazeteci Pınar Öğünç’ün 14 vicdani retçiyle konuşarak hazırladığı ‘Asker Doğmayanlar’ kitabı 15 Mayıs Dünya Vicdani Ret Günü vesilesiyle yayına sunuldu.

Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan çıkan kitap, Türkiye’nin ilk vicdani retçisi Tayfun Gönül’ün hikâyesiyle başlayıp 14 retçinin birebir anlatımlarıyla devam ediyor. Öğünç, çalışmasında kapsayıcı bir çeşitlilik oluşturmaya özen göstermiş. İmani retçisi, anarşisti, milliyetçisi, kadını, farklı akım ve gerekçelerle retçi olanların özgün hikâyeleri sadece onların bu çocukluklarından itibaren bu bireysel karar noktasına nasıl geldiklerini anlatmakla kalmıyor, arka planda ülkenin savaş ve şiddet kültürüne ilişkin de pek çok veri sunuyor.

Kimi vicdani retçiler, ret kararlarını daha lise sıralarındayken açıklarken, kimsinde ise oğlunun askerliğini yaptığı sırada şüpheli bir şekilde ölmesi bir kırılma noktası yaratmış. Defalarca “siz zaten askerlik yapmıyorsunuz ki neden bu işe kalkıştınız” sorularına maruz kalan iki kadın retçi de militarizmin hayatın her alanında olduğunu ve sadece erkeklerin meselesi olmadığını anlatmışlar. Bu noktada retçilerin sosyal hayatta var olamamalarının sancılarına, yani ‘sivil ölüm’lerine de yakından tanık oluyoruz. Kitabın bu denli vurucu olmasında doğrudan anlatımdan kaynaklanan samimiyetin rolü büyük.

‘Militarizm, gücünü normalleşmesinden alıyor’

Kitabın yayınlanmasından bir gün önce konuştuğumuz Pınar Öğünç, gazetecilikte de hikâyecilikte de birinci tekil şahıs anlatımın gücüne çok inandığını söylüyor ve ekliyor “Her daim bir mevzu hakkında bir sürü kitap okuyabilirsin, algın seçicidir bütün haberleri takip edebilirsin ama o meselenin içinde olan bir insanın, o meseleyi kendi cümleleriyle anlatmasının başka bir gücü var. O güç gerçekten mevzuya dair önyargıları olanlara da muktedir . Hatta önyargılı olanların kafasında bir soru işareti doğurabilme, en azından bir şeyleri yerinden oynatabilme ihtimaline de haiz. Zaten bu ihtimal için yazıyoruz”.

Sloganların zihne kolay girebildiği gibi kolay çıkabileceğini de belirten Öğünç, “Onları bu şekilde dinlediğinde hikâyeyi başka bir şekilde kavrıyorsun. Gözünde daha net oluyor” diyor. Bir kadın olarak militarizmin mağdurlarının sadece kışla içindekiler, sadece askerlik yapmakla yükümlü olanlar olmadığı görüşünde o da. Militarizmin okullarımıza, hastanelerimize girdiğini ve kendisini ancak milliyetçikle var edebildiğini anımsatarak “Militarizm gücünü normalleşmesinden, göze görünmez olmasından alıyor” uyarısında bulunuyor.

Vicdani Ret Derneği’ne doğru

Kitapla birlikte bir diğer önemli gelişme de vicdani retçiler ve antimilitaristlerin, Vicdani Ret Haftası çerçevesinde bir dernek çatısı altında birleşiyor olmaları. Derneğin kuruluşu 18 Mayıs’ta Cezayir Salonu’nda yapılacak olan etkinlikte ilan edilecek. Kurucular arasında yer alan vicdani retçi Oğuz Sönmez vicdani reddin münferit vakalardan bir siyasi harekete nasıl evrildiğini ve bu hareketin önemini şöyle anlattı:

“1990’dan beri retçiler tutuklandı, baskı ve işkence ile yok edilmek istendi. Ancak onlar hiç vazgeçmedi. Bugün başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok ülkesi bu hakkı tanımış durumda. Ancak Türkiye hâlâ direniyor. Bu sürdürülemez bir durum. Vicdani ret en temel insan hakkı olan ‘varolma hakkı’ ile birebir ilişkili olduğu için her insana da değmektedir. İnsanlar dini, ahlaki, politik her türlü nedenle insanlar savaşa, militarizme, zorla asker yapılmaya karşı çıkabilir ve çıkıyorlar da. Türkiye'de de böyle oldu. Antimilitaristlerin başlattığı vicdani ret hareketi giderek sosyalistleri, dindarları da içine alarak genişledi. Hepimizin ortaklaştığı nokta ise ‘zorunlu askerlik sistemi’ni reddetmek.”

Vicdani Ret Derneği’nin öncelikle bu hukuksuzluğu ön plana çıkarıp son bulması için mücadele edeceğini ifade eden Sönmez, “Derneğimiz zorunlu askerlik sisteminin sorgulanmasını, askerlerin de insan hakları olduğunu gündeme taşıyacak. Savaşın bütün unsurlarına karşı mücadele edecek. Savaş araç ve gereçlerinin üretim ve transferine, askeri harcamalara, askeri organizasyonlara karşı çıkacak” diyor.

Militarist dil toplumsal yaşamın farklı alanlarında karşımıza çıkıyor. Oğuz Sönmez’in de dikkat çektiği ‘disiplin’ ‘itaat’, ‘emir’, ‘hiyerarşi’ gibi kavramları, ‘erkek egemen’ kültürü sorgulayarak mücadele etmek, hepimizi daha özgür kılacak.

>>Agos sayfası...