Friday, May 24, 2013

'Militarizm düzenli biçimde sulanan bir bitki'

İPAK İZCİ
RADİKAL / 22 Mayıs 2013

Önce isimlerini tek tek sayalım: Tayfun Gönül, Vedat Zencir, Yuri, Mehmet Tarhan, İnci Ağlagül, Halil Savda, Ferda Ülker, Enver Aydemir, İnan Mayıs Aru, İnan Süver, Muhammed Serdar Delice, İlyada Erkuş, Hayri Kamalak, Kemal Acar ve Merve Arkun. Bu 14 isim, neden vicdani retçi olduklarını; ret sokağına nasıl girdikleri üzerinden anlatırken; konunun kıyıda köşede kalmış noktalarını da paylaşıyor, ‘Asker Doğmayanlar’da… Gazetemiz yazarı arkadaşımız Pınar Öğünç’ün geçen yıl nisan-ağustos arası yaptığı röportajlardan oluşan ‘Asker Doğmayanlar’ kitabı, geçen hafta, Hrant Dink Vakfı Yayınları’ndan çıktı. Pınar, kitabına bu ismi vermesini, “Militarizmin mitolojisi her Türk’ün asker doğduğu üzerine kurulu” diyerek açıklıyor, “Asker Doğmayanlar sadece vicdani retçileri işaret etmiyor aslında, biziz o. Hiçbirimiz asker olarak doğmadık. Retçiler de varlıklarıyla bunu hatırlatıyor.”

Pınar için yayına hazırlandığı süreç ise her şeyden önce aydınlatıcı ve hayata dair ilham verici olmuş. Kafasından gitmeyen sahneler olduğunu ve bunları bir roman, bir film gibi hatırladığını söylüyor. Misal; Enver Aydemir’in askere gitmemek için kendi bacağını vurmaya karar verişi ama önce son bir tatil için Kuşadası’na gidişi... Çocukluğu babası nedeniyle asker lojmanlarında geçen Ferda Ülker’in seneler sonra oraya, askeri cezaevinde bir vicdani retçiyi, Osman Murat Ülke’yi ziyarete gidişi... İnan Suver’in bir gün cezaevi çatısına kaçıp sigara içerek etrafa, gökyüzüne baktığı anı anlatışı... İlyada Erkuş’un 15 yaşında vicdani reddini açıklarken “Ceylan Önkol benim yaşımdaydı, arkadaşım olabilirdi” diye söze başlayışı... Pınar Öğünç, ‘Asker Doğmayanlar’ı anlatıyor…

14 vicdani retçiyle röportajlarının yer aldığı bir kitap yayımladın. Sen vicdani retçi misin?

Hayır, değilim. Bu hakkı savunmak için illa vicdani retçi olmak da gerekmiyor.

Peki vicdani reddin senin için ilgi çekici yönü nedir? Ailende asker var mı mesela?

Hayır, yok. İlk hatıraları televizyonda birtakım üniformalılar görmek olan, 80’lerin sonuna doğru ilkokula başlamış, herkes gibi o ‘milli’li müfredattan geçmiş bir insanım. Beden eğitimi denilen sözde en eğlenceli derste neden sağ-sol uygun adım yürütüldüğümüzü, ‘kıta dur’lu bayramları insan sonradan başka türlü değerlendiriyor. Mesela Milli Güvenlik dersinde tek sorunun rütbeleri ezberlemenin zorluğu olmadığını... Militarizmin gücü ilgimi çekiyor. Sadece vatandaş olmaktan doğan bir akite dayanarak sana belki hayatta asla yapmayı tercih etmeyeceğin şeyler yaptırabiliyor devlet. Sen olmaktan çıkarabiliyor. Zamanını, senin hayatını almayı kendinde hak görebiliyor. Bu zorunlu askerlikle ilgili olan kısmı, bir de bir dizi hak ihlalinin azının dışarı sızabildiği profesyonel askerlerin dünyası var. Bu muazzam güç karşısında vicdani reddi çok devrimci bir hareket olarak görüyorum. Kendi hayatında, kendi hayatınla yapıyorsun devrimi.

O devrimi anlatır mısın biraz, vicdani reddini açıklamak ne demek, nasıl yapılıyor?

Beyanın kamusallaşması önemli, yoksa sadece asker kaçağı olunuyor. Hani üç resim, bir ikametgâhla, şuraya gibi bir kuralı yok. Neden askerlik yapmayacağınızı, neden vicdani retçi olduğunuzu kayda geçiriyorsunuz önce. Birer manifesto aslında bunlar. Sonra bunu Milli Savunma Bakanlığı’na faks çeken de var, Meclis’e de. Askerlik şubesine giderek beyan edenler oluyor. Onun dışında daha çok etkinliklerde toplu ret açıklamaları yapılıyor. Bu insanlara iyi gelen de bir şey. Ben kitabı bitirdikten sonra bile üzerine 10’dan fazla retçi eklendi mesela. Artık eskisi gibi değil; mahkeme kararı olmadan asker kaçağı sokaktan alınamıyor. Bu bir ‘kabahat’ sayıldığından önce bir para cezası var, ikinci kez aynı kabahati işlediğinizde dava açılma ihtimali var. Temel sorunlardan biri vicdani retçilerin, bu konuda konuşanların, yazanların eskiden ‘halkı askerlikten soğutma’ diye anılan suçu işlemekle itham edilebilmeleri. 318. Madde yeni yargı paketinde bir revizyona uğradı fakat neredeyse sadece ‘soğutma’ fiili değişti. Düşünce ve ifade özgürlüğünün apaçık ihlali olan bu madde bir ayıp olarak duruyor öyle.

Beyanı kamusallaştıktan sonra nasıl bir hayat söz konusu?

Hukuken neler olabileceğinin bir seyri var. Ama herkesin tecrübe edişi farklı. Bazı erkek retçiler, özellikle de bir biçimde birliğe alınmış olanları, ‘yargı döngüsü’ denen kıskaca giriyor. Çünkü birliğe adım attığı andan itibaren üniforma giymemek ayrı, bir emri yerine getirmemek ayrı dava konusu. Hiç ‘asker’ olmayanlar, firari yaşayanlar var. Onun dertleri ayrı. Ama hiçbirini yaşamayanlar da mevcut.

“Laik bir orduda görev alamam” diyerek dini inançları gereği vicdani reddini açıklayan var. “Emir alıp-vermek istemiyorum” diyen, başkasının disiplini altına girmeyi reddeden. “Kardeşime kurşun sıkmam” diyen Türkler, “Kendi vatandaşıma silah doğrultmam” diyen Kürtler… Ve her ne kadar kitapta örneğini görmesek de eminim sevdiğinden ayrılmamak, kariyerine ara vermemek isteyenler de vardır, dünyanın bir yerinde. Bu insanları, bütün farklılıklarına rağmen hangi noktada birleştirirsin?

Evet, hepsi var. Birleştikleri nokta, öncelikle bir zorunluluğa karşı duruyorlar, bunun hesabını soruyorlar. Sonra dert bizatihi militarizmle. Silaha dokunmamak için, şiddetten uzak durmak için, savaşmayı reddetmek için bir o kadar daha neden bulunabilir. Bazı konularda ayrılabiliyorlar ama mesela tüm bu insanların buluştuğu bir slogan var: “Biz orduya sadece fındığa gideriz.” Dünyanın en güzel sloganlarından biri olsa da Türkçe kalmaya mahkûm, başka bir dile çevirilmesi çok zor.

Dert militarizmle ama gerçekçi olalım, militarizmin kökü ne Türkiye ’de ne dünyada asla kurumayacak.


Tolstoy’un 1800’lerin sonunda kötülüğe karşı güç kullanarak direnmeme felsefesini, Hıristiyanlık’la savaş arasındaki çelişkiyi, aslında bizatihi vicdani reddi anlattığı bir kitabı var. Çok ilginç, Tolstoy’u o dönem tarihi bilmemekle, cehaletle suçlayanlar, çok naif bulanlar çıkıyor. Eyfel Kulesi yeni yapılmış, işte böyle kuleler dikebilen sanayi çağını anlamamakla itham ediyorlar. Bugün de ordusuz bir ülke, tuzsuz deniz, ne bileyim penceresiz ev falan gibi algılanıyor. Zorunlu askerliğin tarihi şunun şurasında ne kadar aslında; ulus devletler tarihiyle eş. Fakat o kadar normalleşmiş ki sorgulayınca çağdışı oluyorsun, büyük devlet istemiyor oluyorsun. Ayrıca istememe hakkı da vardır insanların. Kökü canlı bir bitkiyi topraktan sökmek çok zordur. Hele de çok uzun zamandır aynı yerde yeşilse. Militarizm Türkiye’de de düzenli biçimde sulanan bir bitki. Vicdani retçiler de o suyun kaynağını sorguluyor.

BDP , Anayasa Yazım Komisyonu’na vicdani ret hakkı önerisi getirdi. Nasıl bir süreç bekliyor sence bizi?

Öneri geldi ama diğer partiler tarafından da reddedildi. Kimse yanaşmak istemiyor. Yeni bir anayasa yapmayı başarabilirsek, bu hakla ilgili bir düzenlemenin olması önemli. Fakat görünen, askerlik süresinin kısaltılması, sonra belki profesyonel orduya doğru adımların atılması. Fakat vicdani retçiler “Ay bu askerlik çok uzun” diye reddetmiyor ki. Ayrıca profesyonel ordunun da getirdiği başka tartışmalar var. Vicdani ret hareketinin profesyonel orduya dair de sözü var. Zorunlu askerlikten ‘kaçma yolunu’ bulamayanlar yoksullar olduğu gibi, profesyonel orduyla da iş yoksullara havale edilerek toplumsal bir mesele çözülmüş gibi yapılıyor çünkü. Koşulları gittikçe iyileştirilse de sözleşmeli er uygulamasına başvurunun beklenenin çok altında olması da ayrıca düşünmeye değer.

‘Kadınlar kafa karıştıyor’

Çoğu daha 15-16 yaşındayken vicdani reddine karar vermiş. Sence ne oluyor da bu kadar erken yaşta uyanıyorlar?

Herkesin hikâyesi farklı. 15 yaşında reddini açıklayan İlyada Erkuş, muhtemelen dünyanın en genç retçisi. Biraz ailesinden dolayı daha ortaokulda böyle bir bilinci var. Yuri, o yaşlarda askeri okulda okuduğu için sivil itaatsizliği erken öğrenmiş. Halil Savda’nın 90’larda Cizre’de başka bir tecrübesi var. Ama ilginçtir, çoğu daha adının vicdani ret olduğunu bilmeden bu kararı vermiş.

Kadın vicdani retçiler, henüz erkek retçiler tarafından bile tam kabul görmemiş. Onların varlığı neden önemli?

Vatanı korumak işi de birinci sınıf vatandaş görünen erkeklere verilmiş. Kadın savaşta da yardımcı pozisyonda. Asker yetiştirmek, asker yolu beklemek, en fazla mermi taşımak... Kadın retçiler tabii ki savaşta eşit katılım talep etmiyor ama dolaylı biçimde hayatlarına girdiği varsayılan militarizmden, nasıl da damardan etkilendiklerini ifşa ediyorlar. Onların retleri kafaları karıştırıyor. “Sana ne oluyor?” dedirtiyor. Tam da bu yüzden vicdani reddin sadece zorunlu askerliğin reddi olmadığını anlatmaya kapı aralıyorlar.

Radikal sayfası için...

No comments:

Post a Comment